1 Mart 2011 Salı

AYŞE DENİZ GEZEMİYOR MU SİZ ÖYLE ZANNEDİN #BLOGUMADOKUNMA




Hayatı boyunca bir adet maç seyretmemiş olan bendeniz Ayşe Deniz ve Doktor Hakan Erkuş'un yeme içme,gezme-tozma blogu,bazı bloggerlar Digitürk'ten izinsiz maç yayını yaptıkları için kapatıldı.Tabii ki bir tek Ayşedenizgeziyor değil, blogger'daki tüm bloglar an itibari ile yasaklı.

Bu şekilde bizi gece hayatından uzak tutabileceklerini sanıyorlarsa yanılıyorlar.Zincirlere bağlasalar yine de çıkarız,çıktığımızı da yazarız

Bu arada blogerlar olarak "Bloguma Dokunma " ismiyle bir kampanya başlattık.Bu çatlakların gezme tozma hakkı ellerinden alınmasın diyorsanız,arada bir bizi de çıkartıyorlardı fena mı oluyordu diye düşünüyorsanız ya da "Ayol bunlara en büyük ceza hiç dokunmamak,geze geze bir yerde bayılır kalırlar nasıl olsa" diye bir yaklaşımınız varsa ,siz pek sevgili takipçilerimizi bize ve tüm diğer bloggerlara desteğe bekliyoruz.

Özellikle Moda bloggerları, sektörün büyük firmalarını,moda dergilerini ve PR şirketlerini " Bloguma dokunma" kampanyasına desteğe davet etmiş.Ben de buradan başta İzzet Çapa ve Cenk Eren olmak üzere tüm gece hayatı işletmecilerini,garsonları,barmenleri,go-go boyları ve otoparkçıları Ayşe Deniz'e desteğe davet ediyorum.

Sizler dışında hiçkimse bizi şapkamızı alıp gitmeye zorlayamaz, o şapkaları biz ne zaman istersek o zaman alır gideriz.Bu yasağa boyun eğmiyor http://www.aysedenizgeziyor.com/ adresinden yayına devam ediyoruz.Orası da kapatılırsa ,hepinize tek tek sms atacağız,telefon edeceğiz,gerekirse sarhoş bir şekilde kapınıza dayanıp,o gece neler olup bittiğini zorla anlatacağız.Eğer bu tehdidimizden de korkmadınızsa hiç bir şeyden korkmazsınız zaten.

Haydi Bloggerlara destek olun.Hepinizi bekliyoruz
Facebookta Blogumadokunma grubu'na katılabilir,twitter'da #blogumadokunma yazabilir,ya da statuslerinizi Blogumadokunmaya çevirebilirsiniz.

AYŞE DENİZ-HAKAN ERKUŞ

28 Şubat 2011 Pazartesi

ÜZGÜNÜM LEYLA,GALERİSTTE O GECE NELER OLDUĞUNU ANLATMAK ZORUNDAYIM





Süper yetenekli ama son derece mütevazi, tanışırken samimi bir şekilde elinizi sıkıp ‘merhaba ben Hüseyin’ diyor bilindik aksanıyla… İngiltere’de bir kaç kez üst üste yılın modacısı seçilmesinin sırrı sadece kat kat uzayıp kısalan etekler, şapkanın içine kapanan elbiseler, ışıklı kumaşlar tasarlamış olması değil tabi ki, bu adamın hafiften naïf görüntüsünün ardında cok daha fazlası olduğu tartışılmaz gercek çünkü tüm dünya bu adamı konuşuyor.

Pek sevdiğim Izlandalı çılgın şarkıcı Björk’un sahne kostümlerinden, delidir ne yapsa yeridir Lady Gaga’nın yumurtasına, günlerce konuşulan Vogue ( Vöög) reklamı seslendirmesinden şimdilerde Galerist’deki ‘Yakınlık Sensörleri’ adlı sergisine Hüseyin Çağlayan hep konuşuldu, konuşulmaya devam ediyor… Zaten kendisi de şu günlerde istanbul’da olduğundan yakınlık sensörümüze takıldı, gidip de görmemek, görüp de yazmamak olmazdı. Gittim, gördüm, sizler için yazıyorum o geceyi.

Hüseyin Çağlayan Perukla
Facebook etkinlik listeme düştüğü ilk günden bu yana 2600 ü aşan katılımcısıyla Hüseyin Çağlayan meraklısının ne kadar çok olduğu zaten ortadaydı…Fakat Galerist, malum pek de büyük bir yer olmadığı için, bu sanatsever kalabalığı nasıl kaldıracak diye düşünmüyor da değilim ilk başta. Son kararımız; kalabalığa yakalanmamak için daha geç bir saatte gitmek ama duymuşuz Hüseyin çağlayan aynı zamanda iki performans da sergileyecekmiş o gece .Madem öyle çok da gecikmeden Galerist yollarını tutuyoruz.

Sanatsever izdihamı Mısır apartmanının girişinde mermer merdivenlerinden başlıyor zaten, Galerist girişinde ise iyice yoğunlaşıyor. Kalabalıkta gözüme ilk takılanlar Gülse Birsel, Tuba Ünsal , Didem Soydan, Antony Doucet ev sahibi Murat Plevneli...ve kalabalıkta fark edemediğim onlarca kişi bu sergiye akın etmiş durumda…

Arslan Sükan

Derken sergiyi gezmeye başlıyoruz, ilerlediğimiz ilk oda epey bir karanlık… Sertab Erener’in Osmanlı orkestrasını arkasına alarak seslendirdiği ‘Üzgünüm Leyla’ adlı eserin videosunu hayranlıkla izliyoruz, ses kalitesi, görüntü kalitesi ve elbette Sertab’ın Çağlayan tasarımı şapkası muhteşem, görülmeye değer… Adeta canlı canlı Sertab’ı izliyoruz derken çok geçmeden kulağıma tanıdık bir ses geliyor ,şarkıyı mırıldanıyor... Aaaa Sertab değil mi o? Yanındaki şu peruklu adam da Hüseyin Çağlayan olmasın sakın? Meğerse yanlarına oturmuşuz, onlar sakin sakin izlediğinden fark edememişiz o karanlıkta.O geceden ilginç bir detay; Sertab ilk defa izliyormuş bu videoyu, neden derseniz size küçük bir hatırlatma, bu sergi ilk kez Londra’da gecen sene gösterilmişti, Sertab Erener ise son anda vize probleminden dolayı katılamamıştı ,iste bu yüzden.Sertab’ın yanında papyonu, peruğu ve takım elbisesiyle Hüseyin Çağlayan ise son derece mütevazi ama bir o kadar ciddi bir tavırla eserini titizlikle izliyor oturduğu süre boyunca…Bu ciddiyeti tahmin edersiniz ki bir süre sonra ben bozuyorum,şarkının sonunda kendimi tutamayarak alkışı patlatıyorum, Sertab da dahil herkes eşlik ediyor alkışa, hepimiz aşka geliyoruz…






Bir kaç kez daha izledikten sonra serginin devamı olan yan odaya geçiyoruz.Bu odada Çağlayanın özel olarak hazırladığı gerçek boyutlarda bir Sertab Erener heykeli var, özel bir teknolojiyle yüzü aydınlatılmış, gözleri ve dudakları oynuyor. Arkasındaki duvarda sadece orkestradan oluşan görüntü fakat bu sefer ses diğer odadan geliyor, daha doğrusu kalabalıktan fırsat bulup gelmek istiyor. Sertab’ın heykeliyle bir fotoğrafını çekerek daha sonra Çağlayan’a kulak kabartıyorum, Hüseyin Çağlayan'ın bu çalışmasını şöyle yorumluyor, ‘ Bu çalışmada şarkıcının sesini, gövdesinden ayırıyorum. Ruhun bedenden ayrılması, çalışmaların bir parçası. Bir beden oluşturmayı, sonra da onu tekrar bozup çözmeyi seviyorum’ gibisinden bir felsefi yaklaşım getiriyor bu bölüme. Neyse ki kendisi peruğu ve papyonuyla bir bütün halde diye seviniyorum. Serginin ‘Üzgünüm Leyla’ adlı bu kısmı meğerse müziğin geçmişini, bugünün teknolojisiyle sorguluyormuş.Gidip görürseniz mutlaka hak vereceksiniz, ben gerçekten yerinde bir mesaj olduğunu düşünüyorum.




O geceye dönecek olursak, daha önce bahsettiğim üzere üçüncü odadan sadece müziğin sesi geliyor ama esas kalabalık orada olduğundan , sergi dedikoduları, fotoğraf çekimleri ve kendini sergileme bölümleri ve tabi ki konuşmaların uğultusu odadaki müziği bastırıyor o gece.Çok fazla vakit kaybetmeden biz de bir iki fotoğraf çektirip, kendimizi ‘Değişimin yakınlığı’ temalı dördüncü odaya atıyoruz. Daha girişte önümde bir ayna, kuaför koltuğu ve önünde kumanda paneli, biraz ötesinde bir peruk… Sanatçımız bu çalışmasında artık kuaförlerde ’Makas out kumanda in’ mesajını mı vermek istiyor bilemiyorum ama o köşeyi çok seviyorum.Bir çocuk meraklıyla kumandayı kurcalarken tuhaf bir ses yükseliyor derinden, eyvah buna bir şeyler oluyor derken telefonumun çaldığını fark ediyorum ,bir süre aynanın önünde telefonla konuşurken fotoğrafçı Franz şak diye fotoğrafımı çekiyor, konseptin içerisine elimde telefonum, heykel ciddiyetinde şapkamla dalıyorum adeta…
Aynı bölümde yine bir video gösteri Hüseyin Çağlayan ve model Didem  Soydan başrollerinde, turuncu bir zeminde saçları bir uzuyor bir kısalıyor yetmişlerin saç stilinde. Bu saçları uzatıp kısaltan teknoloji ise Çağlayan’ın keşfiymiş.Hatta bunun için model kızımız metrelerce uzunluktaki ağır kabloları giymek zorunda kalmış, ondan yakınıyor o sıra yanımızdayken…Neyse ki aynı sistemi bir heykelin üzerinde bire bir olarak uygulamışlar da ,model kızımız rahatça salınıyor kürkü içerisinde o gece.İçimdeki meraklı çocuk yine boş durmuyor,kablolarla sarılı bu heykeli incelemeye çalışıyorum.O gece bu kablolu teknolojiyi keşfeden tek ben değilim,belli ki Nil Karaibrahimgil ’in de dikkatini çekiyor ki hemen yanımıza geliyor...Konsept dışı olacak ama şu mesajı alıyorum sanki Nil’den o gece; Björk giyiyor , Gaga giyiyor Çağlayan kostümlerini, benim neyim eksik, tek taşla olmayacak bu iş artık, zaman tek taşla iki kuş vurmanın zamanı,bu kablolu elbise benim olacak olmalı diyor sanki yaramaz kız Nil içinden, dikkatle kablodan elbiseyi incelerken …Önümüzdeki günlerde üzerinde görürseniz bu kostümü, Hakan demedi demeyin…


Nil Karaibrahimgil


O gecenin en çok konuşulanlarından biriyse kuşkusuz Hüseyin Çağlayan’ ın sonradan eklendiği her halinden belli olan peruğu…Hatta bir süre kimsenin onu tanımadan yanından geçip gitmesinin baş kahramanı olan bu peruk hakkında o gece epey bir dedikodu dönüyor. Kimisi serginin konsepti gereği taktığını söylüyor, kimisi onu bir Fransız garsonuna benzetiyor, kimisi komik bulup gülüyor,perukla ilgili dedikodu o gece sergide kol geziyor...

Peruk başta güzeldir diyerek bir sonraki odaya geçiyorum, İstanbul’un geçmişten bu yana 150 den fazla ismi dönüp duruyor siyah bir sayacın üzerinde, konseptin adı ‘Arzunun Yakınlığı’…Adına tezat pek az rağbet gören bir oda burası, nitekim ben de çok fazla kalmıyorum orada, daha sonra incelerim diye diğer bölüme geçmek istiyorum. Kendimi çok mu kaptırmışım bilmiyorum ama bir ara o karanlığın köşesinde ufak bir pencere çarpıyor gözüme, onu da bir Çağlayan eseri zannedip tüm sanatsever ciddiyetimle pencereden dikkatlice bakıyorum, tabi ki gördüğüm tek şey binanın yangın merdiveni olunca çaktırmadan hemen oradan uzaklaşıyorum…

O gece ben ve daha pek çok kişi,sanata, dedikoduya doyuyoruz, çıkışta kimler var kimler yok diye birbirimizi süzüyoruz. Artık böyle etkinliklerde nedense( !) yasak olduğundan, gece boyunca alkol servis edilmiyor,meyveli gazozla kapanışı yapıyoruz.Neyse ki herkes Üzgünüm Leyla’ dan fazlasıyla efkarlanmış olacak ki dillerde aynı şarkı güle oynaya Pera gecelerinin yolunu tutuyoruz…

Ertesi gün bir röpartajını okuyorum Çağlayan’ın.Dikkatimi en çok’ nasıl bir yerde yaşamak isterdiniz’ sorusu çekiyor.Cevabı kendisi gibi oldukça farklı ‘ Londra’da bir ofiste, oturma odası İstanbul’a , banyosu Japonya’ya ve bahçesi Kıbrıs’a açılan bir ofiste’… Dün geceki yangın merdivenine açılan pencereyi hatırlıyorum yüzümde muzip bir gülümsemeyle, bir daha gördüğümde mutlaka soracağım kendisine, peki o akşam yangın penceresi nereye açılıyordu sayın Çağlayan, benim için hala merak konusu … Ne de olsa sanat sadece sanat için değildir , değil mi efendim? Türlü türlü etkinliklerden bildirmeye devam edeceğim, Takipte kalınız !!!

HAKAN ERKUŞ

27 Şubat 2011 Pazar

YEŞİLKÖY NORTH SHIELD,PLAZA'DA NÜKHET DURU VE GECENİN SONUNDA ŞAMDAN



Daha önce de bahsetmiştim Emre Ertürk benim çocukluk arkadaşım.Onunla tanıştığımızda Yeşilköy'de oturuyordu.Yine çok sevdiğim bir başka arkadaşım Karen Oksay'da oradaydı. O zamanlar sık sık Yeşilköy'de Karen'lerde kalırdım.Artık her ikisi de orada oturmuyor,ben de senelerdir Yeşilköy'e gitmedim.Emre'yle konuşurken hep aynı yerlere gidiyoruz bir değişiklik yapsak dedik,haydi o zaman sizi Yeşilköy'e götüreyim demez mi,benim için çok nostaljik bir yer olan Yeşilköy'e gitme  teklifini hemen kabul ettim.

Emre, Yeşilköy'de North Shield'a gidelim dedi.Burası,Emre'nin ablası Nazlı'nın  ilkokul arkadaşı Selen hanıma aitmiş.Emre'yle beraber Onur Baştürk ve Arte Tahir'i de alıp Yeşilköy'e doğru yola çıktık,Cuma akşamı olduğu için biraz trafik vardı ve yol uzun sürdü fakat bu kadar kafa dört kişi birarada olunca sohbet,muhabbet,kakara kikiri derken geliverdik North Shield'a.




North Shield'e girdiğimizde şömine yanıyordu ve içerisi oldukça kalabalıktı.Hemen kendimizi masamıza atıp yemek ve içki söyledik.Bu arada arkadaşımız Haslet Seçen ve Emre'nin ablası Nazlı Ertürk Emek'de bize katıldı.Dev porsiyonlarla gelen atıştırmalıklara gömüldük,bağrışa çağrışa sohbet etmeye başladık.

Bu arada, beni çok şaşırtan  bir şey öğrendim.North Shield bir Türk markasıymış.Nedense ben hep yurtdışından getirilmiş bir franchise olduğunu zannederdim.Oysa bu markayı Selen hanımın dayısı Teoman Hünal yaratmış.

Dekorasyonu da Teoman beyin büyük kızı Seda Hünal Bilgin yapmış.Tam bir İngiliz pub'ı tasarlamışlar,beni de yanıltan dekordaki bu profesyonellik oldu herhalde.Senelerdir yabancı zannettiğim markanın Türk olduğunu öğrenince bayağı bir gururlandım.Selen hanım o gece bize olağanüstü güzel bir evsahipliği yaptı.Yeşilköy'de oturanlar zaten müdavimidir tahminimce ama eğer,o tarafa yolunuz düşerse Yeşilköy North Shield pek keyifli bir yer benden söylemesi.


İLK BENDEN DUYUYORSUNUZ EMRE NY AŞIK


Emre Ertürk

Yakışıklı arkadaşım Emre'nin yılın büyük bir bölümünü,iş sebebiyle yurtdışında,özellikle de New York'da geçirdiğini herkes bilir.Fakat bu gelişinde Emre'ye bir haller oldu.Normalde İstanbul'da hiç bu kadar kalmazdı,geldi bir türlü geri gitmiyor,neler oluyor diyordum.

En sonunda öğrendim,Emre'nin İstanbul'da kalışını uzatmasının sebebi iş değil aşkmış. Emre,  aradığı aşkı bulmuş,gözlerinin içi gülüyor.Ben tabii ki bu şanslı sevgilinin kim olduğunu biliyorum ama dedikodu blogu olmadığımız için bunu açıklayacak değilim.Fakat, şu kadarını söylemek zorundayım, bu öyle bir isim ki duyulsa yer yerinden oynar.Benim için önemli olan arkadaşımın mutluluğu,bu ilişkinin onu son derece mutlu ettiğini de gördüm,benim içim rahat.İnşallah nazar değmez,her şey istediği gibi gider.


PLAZA OTEL'DE NÜKHET DURU

Yanımızda Onur olunca tek bir mekanda durabilmek hiç bir zaman mümkün değildir.Yine de öyle oldu,Yeşilköy'den çıkıp Plaza Otel'e ,Nükhet Duru'yu izlemekte olan Ergun Yıldız'ın yanına gittik.Aman Allahım,bir kadın nasıl bu kadar taş kalabilir?Ne yer ne içer,nasıl zamanı böyle durdurabilir?
Hayret ve hayranlıkla seyrettim Nükhet Duru'yu, sadece fiziği değil enerjisi de olağanüstüydü.İyi ki üşenmeyip gitmişiz,hepsini ezbere bildiğimiz şarkıları söyleyip güzel bir gece geçirdik.

Nükhet Duru



Bir ara Ergun tuvalete gitmek için ayağa kalktı,ben de peşine takıldım,yan yana tuvaletlere girdik,ben çıktığımda Ergun'u göremedim,masaya dönmüştür herhalde diye düşündüm.Fırsattan istifade terasa çıktım bir sigara içtim,telefondan facebook'a baktım,blogu kontrol ettim.

Tuvalette Bir Kadın Kalmış

Farkında olmadan dışarıda epey bir vakit geçirmişim.Masaya geri dönerken bir baktım tuvaletin önünde bir kalabalık,garsonlar kapının önünde toplanmış telaşla bir şeyler tartışıyorlar.Merak ettim tabii "Ne oluyor ne var bir şey mi oldu?" dedim, "Bir kadın yarım saat önce içeri girmiş hala dışarı çıkmamış,girip ona bakıcaz" dediler.Ben tam "Vah vah çok mu içmişti,bayılıp kalmış olmasın "derken,Ergun'un "Aaaa burdaymış "diye bağırdığını duydum.Meğerse Ergun tuvaletten benden sonra çıkmış,terasa gittiğimi söylemediğim için de beni hala tuvalette zannedermiş,"Bu kadar saat içeride kalınmaz,gitti kadın,üç çocuk iki köpek sahipsiz kaldı" diye ortalığı ayağa kaldırmış.Bir gecem de olaysız geçsin,sonrasında çok güldük tabii.


GECENİN SONU ŞAMDAN'DA GELİR

Nükhet Duru'nun programı sona erdiğinde hala gezme sevdası içinde olan Onur,Arte Emre ve ben rotayı Şamdan'a çevirdik.Her zamanki gibi İstenbul'un çeşitli eğlence yerlerinden çıkan insanlar,geceye son noktayı koymaya Şamdan'a gelmişlerdi.Biz Şebnem-Mehmet Dereli'nin masasına oturduk,aslına bakarsanız pek de oturmadık bol bol dans ettik.Ben Ankara Kolejinden arkadaşlarım Ferit Kalfaoğlu ve Okan Okyay'a rastladım.O gece Okan'ın da doğumgünüydü.Zıpır zıpır zıpladık,eski günleri andık,ziyadesiyle eğlendik nitekim.Yeşilköy'de farklı bir şekilde başlayan Cuma gecemiz Şamdan'da klasik bir eğlenceyle bitti.Çok da güzeldi nitekim...

AYŞE DENİZ






24 Şubat 2011 Perşembe

AYAKKABIMIN TEKİNİ KAPAN TİMSAH VE EL BESO






AYAKKABIMIN TEKİ NEREDE?

Eğlenceli bir farklılık olacağı daha başından belliydi zaten, yeşil bir kutu içerisinde tek bir ayakkabı geldi, yanına iliştirilmiş bir not vardı…’Sevgili Hakan, Ayakkabının diğer tekini bir süreliğine rehin alıyoruz, 22 şubat akşamı yapılacak partimizde seni de görmekten mutlu olacağız… ‘

Böylesine orijinal bir davetiyeyle uzun zamandan beri karşılaşmadığından olsa gerek daveti unutup nedense ayakkabının diğer teki için endişelenmeye başladım, kim neden rehin almıştı, acaba şu an başına neler geliyordu? Çift yumurta ikizlerini doğarken birbirinden ayırmak gibi bir şey miydi bu, kol düğmesinin hikayesine mi dönecekti derken bir timsah tarafından kaçırılmış olma ihtimali üzerine yoğunlaştım. Çünkü bu gizemli kutu Lacoste Live mağazasının yaratıcı açılış davetiyesiydi.

Zaten Ayşe Deniz’e de yollamışlar bir tane, işte oldu mu sana bir çift derken fark ettim ki ikisi de sol, biri beyaz diğeri siyah ( Gerçi ikisi de sol olmasaydı renk farkı beni bozmazdı ama ). Mecburuz artık, seke seke gidicez , timsahın ağzından neler çıkacakmışız görücez…






O GECE TiMSAHIN AĞZINDAN NELER ÇIKTI ?

Girişi gösterişli bir Pera binasının kocaman kapısı, içerisi dar uzun bir mekan. Daha girişte renk renk shot ikramlarına,  renk renk ışık oyunları eşlik ediyor.Dj kabini asma katta, konuklar içeriyi yavaştan doldurmuş bile.Bir mağaza açılışı olduğunu bilmesem, Londra’da underground bir partideyiz de sanki onca ayakkabı çanta sadece dekor olarak kullanılmış konsept gereği diyeceğim.
Keyifli bir girişten sonra dar uzun mağazayı enine boyuna dolanıyorum,daha çok blogger, trendsetter tayfası hakim kalabalığa.Turun sonunda en sevdiğim yer olan barı keşfedince bir süreliğine tabii ki o bölgeyi mesken tutuyorum .Serra'yla karşılaşıyorum, bu konseptin ne harika bir fikir olduğundan bahsederken İndhira Taşpınar da arkadaşlarıyla yanımıza geliyor.Hemen ellerine birer zencefil vodka tutuşturuyorum, kendimizi müziğin ritmine kaptırıyoruz.
 Dans ederken bir yandan da atıştırdığım küçük küçük hamburgerler, minik hot doglar, kanapeler zencefilli votkanın üzerine ilaç gibi geliyor. Derken ilginç şişelerde ve tüplerde renk renk shotlar gelmeye devam ediyor , o gece içkilerin sorumlusu Alcoholoco'ymuş. Servis ve sunumlarına on puan veriyorum. En çok kocaman bir kavun içerisindeki kokteyllerini seviyorum. Bu renkten de olsun, şu rengi de tadayım derken renkten renge giriyorum.


Serra D'autrey ve Indhira Taşpınar

Bari kafayı bulmadan birkaç poz çekeyim diye tekrar turluyorum, o sırada mekana Burcu Esmersoy giriyor.Bir süre ayaküstü sohbet ediyoruz Burcu'yla, derken Ebru Şallı geliyor yanımıza.tam da ‘Yeşil elma mı kepekli muffin mi ? ’ polemiğine dalacakken beklenen solist Danna Leese Routh çıkıyor neyse ki. Enerjisine zaten hayran olduğum Danna’nın sahne performansı da oldukça etkileyici, müthiş aurasıyla- biraz da shotların- etkisiyle herkesin başını döndürüyor.
 Bir bakıyorum İndhiralar çoktan El Besodaki partiye doğru yol almışlar bile, daha önceden sözleştiğimiz gibi onlarla gideceğimden , her ne kadar ayrılmak istemesem de kapıya yöneliyorum. Derken arkamdan bir el uzanıyor, Danna Leese !!! Bir yandan şarkı söylüyor diğer yandan elimi tutuyor.Eyvah !! diyorum , sanırım benimle düet yapmak istiyor.Sesim berbat,üstelik şarkıyı da bilmiyorum, yıldızım erkenden sönecek diye saniyeler içerisinde kurarken meğerse benimle sadece Semra Özal yapmak istediğini farkediyorum. O da ne demekmiş diyenler için, bir mekanda yanınıza solist gelip elinizi falan tutarsa benim gibi atlamamak için, elinden nazikçe tutup kafanızı bir o yana bir bu yana sallayın, dudaklarınızla şarkıya eşlik ediyormuş gibi yapın, solistin sinirini zıplatmayın raconuna Semra Özal yapmak deniyor gece hayatında…


Danna Leese
Neyse efendim bu kadar detay yeter, bir süre mutlu mesut Danna'yla şarkılar söyleyip dans ediyoruz, birkaç shot daha derken ayakkabının akıbetini unutuyorum bile.El besoya geç kaldığımı fark edip, timsahın midesine düşmeden hemen yola koyuluyorum.


EL BESO'DA YENİ BİR ÜÇLÜ MÜ DOĞUYOR?

Mekana vardığımda İndhira çoktan dj kabininde, tüm sempatikliğiyle çalıp dans ediyor. Barmen soruyor ne içersiniz diye hemen aklıma Mojito geliyor, o kadar shotun üzerine bir de üç bardak mojito içiyorum o gece,ve tabi ki dans pistinde, bateri perküsyon başında, bir ara saksafonda her yerde ben…

Neyse ki tek değilim bu eğlencede, Djset’e Can Hatipoğlu geçince İndhira da eşlik ediyor dansımıza.Pascal Nouma bile yanındaki sarışınla bir süre sohbeti kesip bizi izliyor, o derece dikkat çekmiyoruz yani.Derken locasında arkadaşlarıyla eğlenen Cem Özer de dayanamayıp geçiyor perküsyonun başına, çok da iyi çalıyor.Sanki önceden antremanlı, ya da şu stresli günlerini atlatmak için yeni bir hobi edinmiş kendine.Ne olursa olsun fark etmez, o gece çok da eğleniyoruz hep birlikte.


Indhira Taşpınar-Hakan Erkuş-Cem Özer


 El Beso'da,o gürültü patırtının arasında barda soluklanırken, Adnan Taşpınar’dan bu yaz Alaçatı'daki El Beso'da uygulamayı düşündükleri projeyi dinliyorum.Müdavimlerinin bildiği üzere El beso mutfak kapandıktan sonra keyifli partilere de ev sahipliği yapar fakat bu yaz işi ilerletip her hafta farklı bir dj ile sabahlara kadar sürecek olan konsept partiler vereceklermiş, her türlü detayı düşünmüşler, hazırlıkları tamamlamışlar bile.

Bu yaz Çeşme çok daha keyifli olacak diye düşünüyorum. El Beso'da o gece yeni bir üçlü olarak show dünyasına atılmak için ilk provamızın  hakkını veriyoruz,bakarsınız yazın sahnede karşılaşırız… Maceralarımız devam edecek, takipte kalınız !!!

HAKAN ERKUŞ

23 Şubat 2011 Çarşamba

DOMİNİKLİ GÜZEL DJ,INDHIRA TAŞPINAR'LA RÖPORTAJ




Ayşe Deniz
Sevgili Indhira,Türkiye'ye ne zaman geldin?İstanbul'a alışabildin mi?


Indhira Taşpınar
Türkiye'ye 2004 yılında Adnan'a olan aşkım sebebiyle geldim. Alışmam çok zor olmadı, çünkü buradaki yaşam tarzı Dominik Cumhuriyeti'nden çok da farklı değil.İnsanlar da çok sıcaklar.


Ayşe Deniz
Çok kalabalık bir aileden geldiğini biliyoruz,tam olarak kaç kardeşsiniz?Öyle kocaman bir aileyi geride bırakıp buraya gelmek zor oldu mu?

Indhira Taşpınar
Toplam dokuz kardeşiz.Hepsi dünyanın değişik yerlerindeler.Birbirimizi tabii ki çok özlüyoruz, fakat hepimiz çok seyehat ediyoruz,birbirimizin yaşadığı yerlere gidiyoruz.Sık sık buluşuyoruz,örneğin bu sene bütün aile Capri'de buluşacak.





Ayşe Deniz
İlk önce Çeşme Alaçatı'da daha sonra İstanbul Kuruçeşme'de El Beso isimli restoranınızı açtınız.Bize biraz El Beso'dan bahsedebilirmisin?Kısa sürede bu başarıyı nasıl yakaladınız?

Indhira Taşpınar
Normalde herkes restorantını ilkönce İstanbul'da arkasından Çeşme'de açar,biz tam tersini yaptık.Alaçatı'da kısa bir sürede büyük bir başarı yakaladık.Menümüz Akdeniz mutfağı,daha çok İtalyan ve İspanyol ağırlıklı.Menüyü  Barselona'dan gelen bir şef hazırladı,o yüzden  özellikle tapaslarımızla meşhuruz.
Mekanlarımızda çeşitli Dj'lerle çalışıyoruz,ayrıca ben de Dj'lik yapıyorum.El Beso sadece bir restorant değil,aynı zamanda kendi müdavimleri olan bir eğlence mekanı.



Ayşe Deniz
Indhira'cım ben El-Beso menüsünde en çok dondurmaları seviyorum.Alaçatı'da kısa sürede fenomen olan bu dondurmaları senin yaptığını biliyorum.Dondurmacılık nereden çıktı?

Indhira Taşpınar
Bu aslında Adnan'ın fikriydi.Ben İtalya'da nesillerden beri dondurmacılık yapan bir ailenin yanında kalarak,işi yerinde öğrendim.Zaman içerisinde kendi tariflerimi geliştirdim.Örneğin Alaçatı'da ilk mavi dondurmayı yapan benim.



Alaçatı El Beso


Ayşe Deniz
Pek çok kişi Indhira Taşpınar'ın bir Dj olduğundan haberdar değil dj'lik macerası nasıl başladı?

Indhira Taşpınar
 Dominik Cumhuriyetin'deyken zaten  bir radyo program yapıyordum.Alaçatı'daki El Beso açıldığında ise hobi olarak tekrar çalmaya başladım.Bir süre sonra bu iş hobi olmaktan öteye geçti,İstanbul'daki El Beso'da   ise profesyonel olarak Dj'lik yapmaya başladım.El Beso'daki partilerde ben çalıyorum.
Melisa Çakarlar'ın Haunted Halloween partisinin Dj'i  de bendim.


Ayşe Deniz
Indhira bir Dj olarak,ne tarz müzikleri çalmakdan hoşlanır?

Indhira Taşpınar
Funk,Nu Disco,House ve Deep House.



Dj Indhira Taşpınar




Ayşe Deniz
Dj Indhira'nın hayalindeki parti, nasıl  bir parti olurdu?

Indhira Taşpınar
Parti bir okanus kıyısında olurdu.Davetlerin rahat kıyafetlerle gelmelerini isterdim.İnsanlar çıplak ayak kumlarda dans ederdi.Partiye Jamiroquai ve Adrian Brody'i de davet etmek isterdim.


Ayşe Deniz
 Blogumuzun konusuyla ilgili bir soru sormak istiyoruz.Indhira ve Adnan Taşpınar çiftinin İstanbul'da gitmekten keyif aldıkları mekanlar hangileridir?

Indhira Taşpınar
Adnan ve ben çok çalıştığımız için geceleri çok sık dışarı çıkamıyoruz.Boş zamanlarımızı evde DVD seyrederek geçirmeyi tercih ediyoruz.Arada sırada akşam yemeği için dışarı çıktığımızda ise Zuma ve Lux'ü tercih ediyoruz.


Adnan-Indhira Taşpınar



Ayşe Deniz
Son olarak,Ayşe Deniz Geziyor'u nasıl buluyorsun?

Indhira Taşpınar
Ayşe Deniz Geziyor'un konseptine bayılıyorum,Çok eğlenceli,pozitif ve havalı.Gece hayatı,müzik,etkinlikler,mekanlar konusunda okuyuculara güncel bilgiler veriyor.Böyle kaliteli bir bloga ihtiyaç vardı.
Ayşe Deniz
Bu keyifli röportaj için çok teşekkür ederiz

22 Şubat 2011 Salı

İKİNCİ TALİHLİ DE BULUNDU


İkinci promosyonumuza katılabilmeniz için ,sizden en çok okunan yazımızın hangisi olduğunu tahmin etmenizi istemiştik.Bugün süre doldu ve ikinci talihsizimiz ortaya çıktı.Yusuf Salman.Garip ama gerçek,bugune kadar blogumuza post ettiğimiz bütün yazılar içerisinde en çok okunan ,kızkardeşim Berrak Yurdakul'la , kitabı "Konuşmayan Tavus Kuşu Camio" üzerine yaptığımız röportaj oldu.(Annemin çeşitli bilgisayarlardan, defalarca girip okuduğundan şüphe ediyorum)

Yusuf Salman isimli yeni kurbanımız, bizimle birlikte ilk önce Limonata'da bir drink alacak, arkasından Cento Per Cento'da  bir yemek yiyecek ve gecesi Salomanje'de Serhan Sokulgan şarkıları ile sona erecek.Bakalım neler olacak.

Takipte kalın!