21 Şubat 2011 Pazartesi

BELKİ ŞEHRE BİR FİLM GELİR,BİR GÜZEL ORMAN OLUR YAZILARDA,MEVSİM DEĞİŞİR EGE OLUR GÜLÜMSE...



Ayşe Deniz yine izinli,bildiğiniz gibi kendisi üç çocuklu bir anne ve yine bütün çok çocuklu annelerin bildiği gibi çocuklar hastalanınca, hep beraber hastalanıyorlar.Ayşe Deniz kısa bir süre için antibiyotiklerin,ateş düşürücülerin ve hasta çocukların dünyasında.Orada yaşananlar ise bu blogun ilgi alanında değil.O yüzden Hakan Erkuş size Ege'den bildiriyor.

Gez gez yorulmuşum, soluklanmak için denize karşı bir bankta oturuyorum. Bisikletlisi, yayası, yaşlısı , genci ağır ağır önümden geçiyor. Günbatımı olunca , martılar tarafından avlanılmamak için denizde çırpışan balıklar dışında kimsede telaş yok,adeta akreple yelkovan paydos etmiş, dünya döndükçe biz de döneriz der gibi pervasız bir tavır içerisindeler bu şehirde. Bir elinde balonu, diğer elinde elma şekeri ufak bir çocuk koşuşturuyor sadece kocaman şehirde,bir de arkasından annesi.Maratonu yanı başımda biten çocuk, bankın yanında miskince duran köpeğe şekerini uzatıyor .Köpek şekeri yalamaya başlıyor, çocuk kıkır kıkır gülüyor.Anneyle ben de göz göze gelip  gülüşüyoruz.Gelen geçen onlarca kişi de gülüyor,sadece bize değil, İzmir’de insanlar hayata gülüyorlar.

Evet, yine İzmir’den bildiriyorum. Kısa süreli hasretliğimizde yine boş durmadım, zamanın yavaş aktığı bu şehirde,ben, hızımı yavaşlatmadan gezmeye devam ediyorum. Çok özlemişim dedim ya, kısa zamanda her anımı tekrar yaşamak, her yere gitmek, her dostla en azından bir kahve içip iki kelam etmek istiyorum. Diğer yandan aklımda İzmir’in olmazsa olmazlarından bir liste var blog için hazırladığım, Kordon'undan bahsedilecek, simiti, boyozu, kumrusu uzun uzun anlatılacak, Karşıyaka'nın palmiyelerinden, Alsancak’ın şıklarından rüküşlerinden, vapur keyfinden dem vurulacak… Derken tarihi Kemeraltı Çarşısı da unutulmayacak tabii ki. Kemeraltı’nın naftalin-baharat kokusunun karıştığı süslü püslü pasajlarının tam ortasında , Kızlar Ağası Han'ında bir Türk kahvesi içerek güne başlamak iyi fikir! Kahvem, kendi fincanında közde pişmiş, tam istediğim gibi…Yürekleri kabartacak cinsten de telvesi bol… Yanında sakızlı lokum da müesseden ikram. Falını ise bir başka zamana bırakalım diyerek şöyle biraz turluyorum gümüşçüleri, dericileri, takıcıları…

Abe,Hakan Erkuş,Tarkan kadar ünlü olacaksın (!)
  
Bu kadar nostalji yeter diyip naftalin kokusu üzerime sinmeden Konak Pier’in yolunu tutuyorum.
Yürürken, arkamdan biri seslenmiyor,adeta bağırıyor ‘ Michael Michael ‘ diye… Farkediyorum ki kordon boyunda yürürken şapkam bir falcı teyzenin markajına takılıvermiş veee çok geçmeden lafı da yiyorum.
’ Abe neden bakmıyorsun bana İngiliz dükü, sana diyeceklerim var ‘Önce gülmemek için tutuyorum kendimi, ama ısrarla devam ediyor söylenmeye, daha fazla dayanamayıp basıyorum kahkahayı. Derken yanıma geliyor,’ Sana bir diyeceğim var, çok yakında başına bir kısmet konacak, Tarkan kadar(!) ünlü olacaksın, Prens Herim’ diyor. Gülüp geçiyorum, yoluma devam ediyorum.


Konak meydanındaki saat kulesine doğru ilerlerken karşımda bir kalabalık,ışıklar,karavanlar.Meraklı kalabalığa karışıyorum,bir set hazırlamışlar."İzmir Çetesi" adında yeni bir dizi çekiyorlarmış,çok geçmeden başaktörümüz Kadir İnanır’ı da görüyorum.Söz konusu Kadir İnanır olduğu için tüm set ekibi, bir tokat sahnesini çekmek için seferber olmuş durumda.Falcı teyzenin dediğini hatırlayıp başıma konacak kısmetin (?) dizi setinde Kadir İnanır tokadı yemek olmamasını umut ederek kalabalıktan uzaklaşıyorum.

Konak Pier

Olaysız bir şekilde Konak Pier’e varıyorum. Pier de ne diyenler için şöyle söyliyeyim; Pier eski bir balık halinden şimdi kentin en gözde alışveriş merkezine çevrilmiş bir liman ama öyle bildiğimiz soğuk kaba aışveriş merkezlerinden  değil. Ünlü Eiffel kulesinin Mimarı Guastav Eiffel , Konak Pier için benzer bir yapı tasarlamış, denizin ortasında yarım ada gibi duran bu limanın çatısını çelik kafeslerle donatmış.Bu kafeslerin altında üç yanı denizlerle çevrili sıra sıra kafe restoran iş çıkışı keyfi için İzmir'lilerin favori uğrak adresi.
 Benim ise bu seferki tercihim Tuval Restoran; çiçekli böcekli kanepeleri, ferforje aplikleri,mermer masalarıyla tipik bir Alaçatı evini andırıyor.En yastıklı, lavanta kokusu bol köşemize oturuyoruz.Tuval’in menüsünden Alaçatı’dan alışkın olduğumuz zeytinyağlı tabağı, yaprak sarma, peynir tabağı ve kalamar dolma söylüyoruz başlangıç olarak.Başlangıçlarla da doyunca sıcaklara geçemiyor, ancak tatlılardan sakızlı irmik helvasından bir çatal alabiliyorum…Kendimi o kadar evde hissediyorum ki tatlının üzerine neredeyse uyuyacak gibi oluyorum.


Tuval,Konak Pier

Bir Elimde Defne, Bir Elimde Şarap Kalbim Ege'de Kaldı...
Neyse ki telefon çalıyor, uzun zamandır görüşemediğim bir arkadaşım arıyor. ‘Herkes Cafe Rouge‘da,Sen nerelerdesin’ diye sitem ederken, geçen yaz Çeşme Marina'da açılan Rouge'dan bahsettiğini zannedip bana Çeşme yolları göründü diye seviniyorum.Meğerse Cafe Rouge , Alsancak'ta oldukça işlek bir yerde kışlık mekanını açmış , ‘İzmirde nerede toplansak bir avuç insan’ diyen grubun da adeta yeni meskeni olmuş.
Cafe Rouge’da tanıdık yüzler görüyorum, kimisi kendini göstermeye gelmiş, kimisi bistrosunda dikilmekten sıkılmış, ben ise mekanın yeni konsomatrisi gibi gelene geçene selam veriyorum, halimden çok memnunum…Yan masadakilerin arasında ‘ Bu gece ne yapalım’ tartışması başlıyor.İzmirde gece hayatı hak(!) getirdiğinden alternatiflerinden bahsetmek bile bir lüks ! Belli ki ilk defa çoktan seçmeli bir haftasonunun keyfini böylesine hararetli tartışmalarla çıkarıyorlar.Kulağıma takılan seçenekler şunlar; Arena’da Demet Akalın konseri, Soho’da Fatih Ürek gecesi, Marrakesh’de harem gecesi…Bu seçeneklerin arasında kararsız kalıyorlar, bense planımı çoktan yapmışım. Rouge’dan sonra 1888 adlı mekanda biraz takılıp eve erken döneceğim, çünkü size yazının devamını Çeşme'den bildirmeye niyetliyim… Takipte kalın !!!
HAKAN ERKUŞ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder